Zaman – Zaman

Garip bir boşluk hissediyorum. İçimde, göğsümün tam ortasında. Sıkıştırıyor da. Boşluk hiç sıkıştırır mı? Bilmem. Benim hissettiğim sıkıştırıyor. Sanırım sıkıştıran şey boşluk değil, bu boşlukla ne yapacağını bilemem hissiyatı. Hissettiğim, fark ettiğim bu boşlukla nasıl devam edeceğim? Bilmiyorum.

Bazen aniden anılar canlanıyor gözümde. Bir yaz günü yatağıma ters yatmışım. Kafam aşağı doğru boşluğa sarkıyor. Odamın camı açık, hafif bir rüzgar giriyor içeri, akşam güneşi yüzüme vuruyor. Bahçedeki ağaçları izliyorum. Nasıl da rüzgarın ahengi ile salınıyorlar. Aradan bulutlar geçiyor, mavi masmavi bir gökyüzü. Mis gibi kokuyor hava ve şimdi tam olarak şuana dönüyorum ansızın. Tekrar sıkışmışlık hissiyatı bastırıyor içeriden. Etrafıma bakıyorum, günlük koşuşturmanın tam ortasındayım. Zihnimde kırk tane tilki her biri ustalıkla dans ediyor. Ne ara? sorusu yankılanıyor zihnimde. Ne ara o yaz gününden yaşamın tam ortasındaki bu koşuşturmacaya geldik? Sorgu bitmiyor; ‘Aradığın yaşam, günlük koşuşturmaca bu mu?’ ‘Nedir seni rahatsız eden?’ ‘Bu durum bir rahatsızlık mı?’ ‘Bir yaşam mı arıyordun kendine?’ ‘Bütün bu koşuşturmacayla baş edemediğin için mi bu sorgu girdabına düşüyorsun?’ ‘Yoksa gerçekten bir baş edememe durumu mu?’

Belki gerçeklik dürtmese gün boyu uzayıp gidecek bu sorgu yarım kalıyor aynı zihnimde ansızın canlanan hatıra gibi. Sıkışıklık gitti mi? Gittiğini fark ediyorum. Peki ya boşluk? O duruyor. Sıkışıklığın gitmesi için biraz da olsa kendime sormam gerektiği düşüncesine varıyorum. Peki ya boşluk? Sanırım onun orada biraz daha durması gerekiyor. Belli ki henüz onunla işimiz bitmemiş..

Yorum bırakın