Kendimi bazen nadasa bırakılmış toprak gibi hissediyorum. Hiçbir şey yapamıyorum. Yapmak istemiyorum. Tek istediğim boş, beyaz bir duvar ve bir koltuk oluyor. Saatlerce oturmak istiyorum. Zihnimin bomboş olduğunu hissediyorum, fark ediyorum. Hiçbir şekilde üretmek gelmiyor içimden ama kendimi kesinlikle mutsuz, sıkıntılı ya da bunalmış hissetmiyorum. Aksine bu durum tamda olmam gereken durummuş gibi geliyor.
Duvarla bakıştığım süre boyunca bu hislerimi, durumu, şartları sakince sorgularken buluyorum kendimi. Acaba ne oldu da boş bir duvar ve boş bir koltuğa ihtiyaç duyuyorum? Acaba ne oluyor da zihnim bir ‘Tabula Rasa’ zamanına dönüyor? Bu soruları sorarken fark ediyorum ki kısa devre yapmış zihnim ve sigortalar atmış. Yani boş duvar saatinden önce o kadar kaygılıymış ki daha fazla dayanamayacağını anlamış. Çözümlemem bu şekilde yapıyorum. Bu duruma uyuyor da sanki..
Bu keşiften sonra kaygılarıma bakmaya başlıyorum. Ne bunlar böyle? Sigortalar atacak kadar ne oldu sana diye soruyorum. Hepsi günlük kaygılar gibi ama çok büyükmüş gibi hissettiriyor. Neden diye sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. Soruyorum kendime;
- İfade ettin mi kaygılarını?
- Evet ettim. Bütün hislerimi, endişelerimi ifade ettim hatta türlü yollar denedim.
- Peki nasıl karşılık buldu?
- Bir karşılık bulmadı, sessizlik vardı.
- Yani kaygıların duyulmadı, içinde bulunduğun durum görülmedi.
- Evet, ne duyuldu ne görüldü!
İçsel diyaloğumdan sonra farkındalığım şu şekilde evriliyor; duyulmaya ve görülmeye ihtiyacım var. Bunları karşılayamadığım zaman gerçek bir boş duvara ve boş bir koltuğa sığınıyorum. Peki şimdi bu keşifle ne yapacağım?..
